22 Temmuz 2010 Perşembe

Baby TV ve Bir Gün Bir Gün Bir Çocuk

Eylül'ün yaşına uygun bi Baby TV var elimizde. Çizgi filmlerine birşey demiyorum ama çeviri şarkıları tam bir içler acısı. Saçma sapan şarkılar. Geçen gün Eylül bu şarkılar ne kadar kötü dedim. Şimdi şarkılar çıkınca gülüp "anne şarkılar çok kötü değilmi" diyor. Gülüyoruz birlikte. İşin asıl kötü tarafı ise, o iğrenç şarkıları televizyondan duyar duymaz ezberlemeye çalışması.

Son zamanlarda istek şarkılarda bulunuyor. "Anne hani dolabı açıp ilaç içen çocuk vardı ya, karnı ağrıyodu, annesi doktora götürüyordu, onu söylermisin?" Sonra başlıyoruz birlikte söylemeye. Ben Eylül'e ayak uyduruyorum. "Bir gün bir gün bir çocuk eve gelmiş kimse yok, açmış dolabı şeker sanmış ilacı, karnı ağrımış, annesi onu doktora götürmüş." :))) Eylül söyleyince çok güzel oluyor. Daha bu kadarını ezberleyebildi. Haftaya, bu disiplinle çalışırsa kesin hepsini ezberler.

Şafak Bay

Sabah Her boku bilen adam'dan duydum Şafak Bay'ı. Abdi İpekçi Parkında açlık grevine başlamış ve fenalaştığı için İbni Sina Hastanesine kaldırılmış. Ataması yapılmayan bir öğretmen Şafak Bay ve atamasının yapılmasını beklerken yıllar önce yendiği kanser tekrar başlamış. Tükriye'de tedavisi yok, yurt dışında var ancak hem çok pahalı hemde sağlık bağanlığının prosedürüne takılmış. Açlık grevi yapmasının nedeni bu, sesini duyurmak ve saçma sapan prosedürler yüzünden hayatının elinden alınmasına engel olmak.
Neyseki iyi haber geldi http://www.ntvmsnbc.com/id/25116608/. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün talimatı ile Sağlık Bakanlığı açıklama yapmış, 1 hafta içinde yurt dışına gönderiliyormuş. Kendisine acil şifalar diliyorum. Hem http://www.safakbay.com/ sitesinde hemde hbba'ın sitesinde nasıl yardım edebileceğimiz hakkında güzel bir yazı ve açıklamalar var.

20 Temmuz 2010 Salı

Haftasonu Kahvaltımız



Cumartesi hanımefendi 7'de kalktı. Eylül nolur biraz daha uyuyalım desemde hiiiç fayda etmedi. Anne hamuru (oyun hamuru) oynayalım, anne kum (moon sand) oynayalım diye tutturdu. El mahkum kalktım. Saat 8'de anne kurabiye yapalım dedi. Kızım un yok dedim. Gidip alalım dedi. (Çocukların herşeyi bilmeside hiç iyi olmuyor.) Madem, hep birlikte dışarıda kahvaltı yapalım dedim, babamız ben gelmem dedi. Benimde içime sinmedi. Eylülcüm pastırma (çok sever) alalım, evde kahvaltı yapalım dedim. Birkere söylemiş oldum, hayır dışarıda kahvaltı yapalım dedi. İyi dedim, hazırlanmaya başladık. 8.30'da çıktık. Markete gittik, alışverişimizi yaptık. Saat 09.02'de The Garden'a girdik. 10.30 kadar burada harika bir vakit geçirdik kızımla. Karşılıklı oturup kahvaltımızı yaptık. İçerideki ve dışarıdaki parkta oyalandık. 10.30 gibi oradan ayrılıp Niğde'nin muhtelif yerlerini gezmeye gittik. :))




Bizden Haberler

Yağmur yağdığında biz böyleyiz. (O suyun içinde, ben fotoğraf makineli)













Numarasız süs gözlüğü ile poz veriyor ve bizim yaptığımız gibi kafasına takıyor.




Banyoda bebeğini yıkıyor. Kendisi yıkanmaktan nefret ediyor.



Suda batan yüzen cisimlerle ilgili deney yapıyoruz. Sonlara doğru hainlik yapıyor. Suratından da belli değil mi zaten?









Parmak boyasıyla kağıdı boyadı sonrada suyla iyice karıştırdı. Bende peçeteyle suyunu silip kurumaya bıraktım, çok güzel oldu.


Dokuzgöz Alabalık Tesislerinde Kathy'yle hamak keyfinde. (Anne bunun adı neydi unuttum. Hamak canım. Hıııı tamam.)


Tuğra'yla birlikte havuz sefası yaparken.




16 Temmuz 2010 Cuma

Köpük ile Pıtır

Eylül'ün Köpük ile Pıtır isminde bir kitabı var. Türkiye İş Bankası Yayınlarının.Anne ayı, büyük ve küçük yavruları. Büyük yavru annesiyle birlikte olmak istiyor, annesi küçük yavrusuyla vakit geçirmek zorunda olduğunu söylüyor. Büyük yavruda tek başına takılıyor. Ama küçük kardeş hiç rahat bırakmıyor O'nu. O'da çareyi uzaklara gitmekte buluyor ama yine rahat bırakmıyor küçük kardeşi. Bu kitabı, kitapta ne yazıyorsa onu okuyarak sevdirmeye çalışmış, başarısız olunca, kitapta yazanları kısa kısa okumuştum, yine de sevmemişti. Dün gece okurken, resimlerine bakıp yazılarına dikkat etmemeyi denedim. BAk kızım bu anne, Bahar, bu büyük yavrusu, sensin, Eylül, bu da onların minicik bebeği, bebek. (Daha ortada ikinciden eser de yok ama. Şimdiden Eylül'e alıştırma çalışmalarına başlamış oldum.) Bak kızım, sen beni çağırıyorsun, ben küçük bebeğimizle ilgileneceğim için senin yanına gelemiyorum. Eylül bak, sen suya girmişsin, bebekde senin üstüne atlamış, her yere su sıçratmış. Balığa bak nasılda kaçıyor. Bak burada hepimiz bir aradayız, ben hem sana hemde minik bebeğimize sarılmışım.
Aman Allah'ım böylemi tepki verilir. Evet anne o bizim bebeğimiz. Ne kadar minik. Evet, sarılmışız, ne güzel. Anne bidaha oku, bidaha oku. Anne, ben onlara sarılayımmı. (Tabii kızım dedim, üçümüzün sarılıp yattığı sayfayı bağrına bastı.) Çok geç olmasa ve uykusuna yenik düşmeseydi bir iki kere daha okuturdu. Bu ve benzeri kitaplarla kardeş duygusuna alıştıracağım herhalde. Ondan sonra da kardeş yapmazsak ayıp olur.
(Ben tuvalate işemeyede böyle alıştırmıştım. Bezini çıkarmadan çok önce tuvalette neler olacağını, ne zaman tuvalete gitmeye başlayacağını, okulda nasıl olacağını hep anlatmıştım. Tuvalete işemeye başladığında da zaten neler olacağını bildiği için tedirgin olmamıştı hiç. )

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Haftasonumuz

Eylül Cuma günü gece yarısı ateşler içinde kıvrandı. Yüzü kıpkırmızıydı, öyleki yanaklar sanki şişmiş gibiydi. Pedifen verdim , babasınıda uyandırdım. Ilık suyla ıslattığım bezi, alnına, eklem yerlerine koydum. Ağlıyordu, ilaç içmiycem diye tutturdu, iki kez yarım ölçek verdim, ben ilacı vermeden önce babası sakinleştirdi. Kızım hasta olmuşsun, annen ilaç versin, ateşin düşsün, tamammı kızım diyerek. Ateşi uzun sürmedi ama haftasonu hep yorgun, iştahsız ve ishalli geçti. Cumartesi günü hiç dışarıya çıkarmadık. Cips istemişti babası alışveriş yapmaya çıktığında cipste almıştı. Bir gün boyunca ortada duran cipsin yüzüne bile bakmadı. Pazar günü günümüz vardı, önce 1 yıldır hiç kullanmadığı bebek arabasıyla, yeni ev alan arkadaşımıza ev hediyesi almaya gittik, sonra eve geldik ve duş aldırdım. Sonra da Aslı teyzesiyle buluşup günümüze gittik. Orada Eylül'den bir yaş büyük Tuğra'nın odasının balkonunda şişme havuzu varmış. Önce ayaklarını soktular, sonra soyunup girdiler içine. Sonra ev sahihi Bahar teyzesi dondurma verdi, hayır yemiycem dedi.Saat 17. 00 gibi bebek arabasıyla eve gelirken yolda uyudu. Eve bebek arabasıyla çıkardım. 7.25'e kadar uyudu. (saati tam olarak biliyorum çünkü 7.30da evden çıkmaya karar vermiş, Eylül'ün uyanmasını bekliyordum. Habersiz çıkmak istemedim, birde gelirse birlikte gidelim diye) Bende Serpil'in oğlunun sünnet düğünü için hazırlanıyordum. Haydi hazırlan birlikte gidelim dedim. Hayır ben gelmiycem babamla kalıcam dedi. 3 yıldır ilk kez kızımsız akşam gezmesine gittim. Kızımı ayrı kaldığımız iki saat içinde çok özledim. Ben çıktıktan bir saat sonra yatmış zaten. (Cips yemiyorsa hastadır, hele dondurma yemiyorsa çok hastadır.) İshali devam ediyor. Bugün Meliha teyzesine "benim neden karnım ağrıyor biliyormusun" demiş, nedenini sorunca "Nazire, Şükran (Nazire'nin annesi) sen, ben, halı yıkadıkta o yüzden" demiş. Babası niye ateşi çıktıki diye sorunca, halı yıkadılar, herhalde üşüttü demiştim, aklında kalmış. Banada "cıbıldak cıbıldak dolaşıyorum, ayaklarım çıplak ya o yüzden" diyordu. Cumartesi günü anne bak napıcam dedi, ağzını kocaman ayırıp, benim dudaklarımı ağzının içine alıp, kafasını bir sağa bir sola çevirmeye başladı. Ben yarıldım gülmekten nereden öğrendin bunu dedim. Birşey demedi. Televizyondanmı gördün dedim. Evet dedi. Cumartesi günü neredeyse bütün gün, yatıp televizyon izledi. Arada bir kumandayla oynuyordu. Demekki denk gelmiş öyle bir sahne. Kızım daha 3 yaşını halletmeden öpüşmeyi öğrenmiş oldu. Zamane çocukları işte. :))

6 Temmuz 2010 Salı

Dengesizlik

Hiç söylenmeyecek bir şeyi zort diye söyleyip, kesinlikle söylenmesi gereken birşeyi söyleyemeyip, içimizde büyütmek dengesizlik değilmidir?
Çalıştığım iş yerindeki hemen hemen herkesi akşamın bir vakti makamına çağırıp, asıp kesmekten, soruşturma açmaktan bahseden valiye "Sayın valim, iyiki böyle birşey olmuş, bu sayede sizinle görüşme, sohbet etme fırsatı bulduk" diyebilipte yada aileme karşı lafımı hiç esirgemeyipte; beni kullanmaya çalışan, lafını hiç esirgemeyen, saçma sapan laflar söyleyen, hakaretvari espriler yapan çevremdekilere karşı neden birşey söyleyemiyorum? Ben yaptıklarını, söylediklerini düşünüp, sabah sinirli kalkıp, gün boyu kafa patlatıp, kendi kendimi yiyip bitirirken, beni bu hale sokanların aklına bile gelmediğimi bile bile, niye kendime böyle aptalları ve aptallıkları yük yapıyorum? Neden bende onlar gibi, şirin şirin gülerek lafı zort diye bir taraflarına sokmuyorum? Kimseye yalakalık yapmam diye övünürken, neden bunlar yüzünden kendimi yalaka gibi hissediyorum?
Benim en kısa zamanda bu yüklerden kurtulmam lazım. Yoksa çok kısa bir zaman sonra kambur olup çıkıcam.

1 Temmuz 2010 Perşembe

Eylül'den Bana Annelik Dersi

Günlerdir ben bebek, Eylül anne oluyor. Anne de bana diyor, ben anne diyince O'da bana annem diyor. Dün bu rol değiştirme oyununu oynadığımız günlerden biriydi. Bizim yatağın üstünde ben otururken Eylül top alıp geldi, yerde top oynayalım diye. Bende başladım tepinmeye burada oynayalım diye, hayır yerde oynayacağız dedi, ben daha da tepindim, ağladım, burada burada burada burada diye bar bar bağırdım. Tamam dedi yumuşacık bir sesle. Gözlerim içine bakarak, beni sakinleştirmeye çalışarak. Tamam tatlım, burada oynayalım dedi. Sonra topu bana attı ve yatağa tırmanmaya başladı. Bende onun yaptıklarını yapıcam ya, hemen topu yere attım. Yarı yoldan indi aşağıya gidip topu alıp bana attı, tekrar yatağa tırmanmaya başladı. Ben tekrar attım. 5. kez falan yarı yoldan inip topu bana attığında "atma tamammı " dedi yumuşacık bir sesle. Tamam dedim. Tırmanmaya başlayınca tekrar attım. 40 kere falan tekrar ettikten sonra açık olan kapıdan attım topu, antrenin duvarına çarpıp banyoya girdi. Banyo karanlık nasıl girsin. Bi bana baktı, bi banyoya baktı, antreye gidip başka bir top aradı, bulunca hızlıca alıp koşa koşa bana getirdi. ( O'nun topun peşinde olduğu her saniye ben bağırıyorum, tepiniyorum, annemin :) strese girmesi için elimden gelen herşeyi yapıyorum) Ben başladım, o topu istemiyorum, yeşil topu istiyorum diye, gülerek gitti, yine bana baktı (yardım istesemmi istemesemmi diye) sonra hızlıca banyoya girdi ve getirdi topu, kapıyı kapatmaya çalıştı ama topun geçebileceği bir boşluk bırakmıştı istemeden. Artık topu atma tamammı tatlım diyerek attı topu bana. Ben yine dışarıya attım, yine gidip getirdi, kapıyı iyice kapattı bu sefer. Sonra kıyamadım artık . (50 kere falan tekrar etti bu top atmalarım) Yatağa geldi, karşılıklı top oynadık. (Yatakta asla böyle şeyler yaptırmam da dün ben bebektim) Sonra beni sallamaya başladı ayağında. Ben ağzımı şapırdatınca "acıktınmı tatlım, gel sana makarna yapayım" dedi, elimden tutup beni odasına götürdü, sıcak makarnayı ağzıma götürürken üfleyip verdi, yanına da içmekten çok keyif aldığı çay yapmış. Bana bi makarna yedirdi bi çay içirdi. Her akşam 6-7 kitap okutur, ben 10 tane falan kitap çıkardım, kitap oku bana yatır beni dedim. Tamam tatlım dedi. Kitapları okudu bana. Sonra da yatırdı:)) Ne okadar yaramazlık yaptım bana bağırdı, ne bana annelik yapmaktan sıkıldı. Babasına sabah anlattım, ne kadar merhametli , sevgi dolu bir çocuk dedim. Sana annelik dersi vermiş dedi. Öyle oldu gerçekten dedim. Yumuşacık, merhametli kızım benim.