15 Kasım 2010 Pazartesi

Livaneli-Mutluluk

Töreye kurban edilmek istenen Meryem, töreyi uygulaması beklenen Cemal ve bunlardan apayrı dünyası olan Prof. İrfan Kurudal. Üçünün hayatı bir noktada kesişir ve hiç tahmin edilemeyecek bir sona ulaşır. Meryem'in en büyük üzüntüsü ise Allah'ın kendisini hiç sevmediğini düşünmesidir. Kitapta üçünün bakış açısı ayrı ayrı anlatılmış. Karakterleri böylelikle çok yakından tanıyorsunuz.
Kitaptan altını çizdiğim kısımları paylaşmak istiyorum.
- Uyuyan Endymion'u anlatıyordu. Endymion bir çobandı ve ay tanrıçasına aşık olmuştu. Tanrıları bu yüzden onu cezalandırdılar. Cezası kendi kaderine yine kendisinin karar vermesiydi. Bu ceza Endymion'a çok ağır geldi ve sonsuza kadar genç olarak uyumayı seçti.
- Hayat bilinmez olmalıydı; nasıl yaşayacağını, ne zaman kaza geçireceğini, hangi hastalıklara yakalanacağını, nasıl öleceğini bilen bir insan, Endymion'un kaderini paylaşıyor demekti ve dünyadaki hiçbir ölümlü, bu yükü taşıyamazdı.
- "Metanoya" kavramıydı bu. Daha önce duymamış olmasına şaşmıştı ama sonraları çok az kişinin bunu bildiğini öğrenip rahatlayacaktı. Metanoya, kendinin ötesine geçmek, kendini aşmak, kendi olmaktan çıkmak gibi bir anlam içeriyordu.
- Eğer bu tanıdık dünya olmasa, kendilerini bir mahzende büyütülüp sonra birdenbire kent meydanına atılan Kaspar Hauser gibi hissedecekleri kesindi.
- 17. yüzyılın büyük Osmanlı vakanüvisi Naima köçek denilen genç oğlanların saçlarını uzatarak, göğüslerini açıta bırakan giysiler giyerek, kıvırıp raksederek şarkılar söylediklerini, bunları seyredenlerin kendinden geçtiğini anlatıyordu. Aynı şeyler şimdi de oluyordu. Pop müziğine oryantal ritimler katan oğlan şarkıcılar yine aynı giysilerle, kadınca kıvırıyorlardı vücutlarını ve toplum bunlara bayılıyordu. Geçenlerde halk arasında yapılan bir ankette, yılın erkek şarkıcısı olarak bir eşcinsel, yılın kadın şarkıcısı olarak da cinsiyet değiştirerek kadın olan bir erkek seçilmişti. Profesörün incelediği Bahname'ler ve Mercümek Ahmed'in kitapları Osmanlı'daki yaygın erkek eşcinselliğini, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde anlatıyordu.
- Eee, dört karılı ve bol cariyeli Osmanlı döneminden, elli-altmış yılda tekeşliliğe geçmek kolay olmuyordu doğrusu. Bu da, erkekleri böyle çareler bulmaya itiyordu. Sünnet ve limon sayesinde AIDS'ten de kimse korkmuyordu nasıl olsa.
- (Ölüm orucu tutan birisi) "Biz içeride teker teker öldükçe halk uyanacak ve hükümet üzerinde büyük bir baskı uygulayacak. Bu bir siyasi mücadele biçimi. Kendi bedenlerimizi yok ederek mücadele ediyoruz. Ödediğimiz bedel, halkın ödedikleri yanında çok küçük."
- Acaba yüzyıllardır Alevilerin içine zehirli bir yılan gibi çöreklenip kalmış olan haksızlığa uğrama duygusu mu bu çocuğu, okulda örgüre girmeye itmişti.
- Ayrıca o dağlarda bulunmayan, başının üstünden mermi geçmeyen, attığı her adımda mayına basmaktan korkmayan, üç gün üç gece yağan yağmurda iliklerine kadar ıslanmayan birisine ne anlatabilirdi ki?
- Bu memlekette Türk-Kürt ayrımı falan yok. Bunları kaşımasınlar. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes Türk'tür. Bak Amerika'da da zencisi, beyazı, İspanyolu, bin bir çeşit insan var ama onların hepsi Amerikalı değil mi? Biz de Türk'üz işte ve vatanımızı kimseye böldürtmeyiz.
- Aslına bakılacak olursa, milyonların göçünden sonra en büyük Kürt şehirleri İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Antalya olmuştu artık. Ve buralarda Türk-Kürt çatışması yoktu.
- .............. zalimlik bir tercih değil, yapılan işin gereğiydi.
- .............. ama İslam'ı bir intikam dini haline getirenlerden kendini sakın; bunlara inanma. İslam kelimesi teslim olmak demektir ve bir barış dinidir. Eğer İslam'ı anlamak istiyorsan, Kuranıkerim ve peygamberin hadislerinden ve sünnetlerinden başka hiçbir şeye itibar etme. Çünkü İslamiyet, din-, mübindir; yani açık bir dindir. Siyaset dini bozar, içine nifak tohumları eker; bid'attir.
-................ bu deccallere günlerini gösterecekler'di. Ankara'daki Kemalist deccal rejimi, iman dolu kızlardan oluşan bu ordu karşısında dağılacak ve yenilecekti.
- Akılları sıra İran gibi Türkiye'deki İslam devrimini başörtüsü isyanıyla başlatacaklardı.
- Gazetelerde sık sık Türkiye'deki uygulamaları eleştiren yazılar çıkıyordu. Namus cinayeti işleyenler eğer yakalanırlarsa Türk Ceza Kanunu'nun taammüden adam öldüremyi kapsayan 450. maddesinden hüküm giymeleri gerekiyordu. Bu suçun cezası da idamdı. Ama hakimler 59. maddeye göre takdir yetkilerinin kullanıyor ve cezayı hafifletiyorlardı. Zaten infaz yasasıyla hapiste geçirecekleri süre azalıyor ve sık sık çıkarılan af yasalarıyla da serbest kalıyorlardı. Yani adalet, töre cinayeti işleyenlere anlayış gösteriyor ve onları koruyordu.
- Çünkü halk salak ve saf. Halkın salak olduğu bir ülkedeki demokrasi de diktatörlük ve seçimle gelen krallar demektir.
- Karı koca kavgası yapacaksınız, arada bir bağırsaklarınızın bozulduğundan şikayet edeceksiniz, hangi ilacın gaza daha iyi geldiğini konuşacaksınız; sonra bütün bunlar bir anda bitecek ve mum ışığında karşılıklı göz göze bakarak birbirinize ayılıp bayılacaksınız. Bunun da adı romantizm saati olacak. Hiç böyle şey olur mu?
Nası, güzel mi? Kitapla film birbirinden farklı. Son farklı, gidişat farklı. Kitabı tavsiye ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder